Toprak ana biz sana ihanet ettik. Sen bizi affet ne olur. Toprağındaki ağaçları kestik; su kaynaklarını kuruttuk. Ormanlarını talan ettik. Tarlalarında anız yaktık. Kimyasal ilaçlarla, gübrelerle doğallığını bozduk. Toprağın biyolojik dengesini bozup, seni viraneye çevirdik. Zararlı böceklerin yanı sıra faydalı olanlarını da öldürdük. Artık ne yediğimiz sebzeler doğal, ne de meyveler. Toprak ana; inan bizde şimdilerde ne yediğimizi bilmiyoruz; artık. Senden alamadığımız, o güzel lezzetleri abuk subuk yiyeceklerle dolduruyoruz. Cipsler, kolalar, hamburgerler daha neler neler. Çünkü ne yediğimiz domates domatese benziyor. Ne elma, elmaya. Biz senin doğal yapını bozmakla, önce sağlığımızı bozduk. Sonrada kendi genetiğimizi bozduk. Maalesef böyle bir acı bir gerçekle karşı karşıyayız. Bundan dolayı hastanelerde birçok insan sağlıksız besleme yüzünden hasta durumda. Kâr uğruna sağlığımızı heder ettik. Bilinçsiz sanayileşmede işin cabası. Avrupalılar kendi ülkelerinde sağlığa uygun olmadığı için çimento üretimine izin vermiyorlar. Çimento üretimi topraklarımızı mahvediyor. Termik santraller ve buna benzer birçok yanlış bizim toprağımızı fakirleştiriyor.
Günlerden bir gün un fabrikası sahibi bir ağabeyimle oturup konuşurken; bizim İç Anadolu’nun buğdayı eskiden çok kaliteli olduğunu söylemişti. O zamanlarda kaliteyi düşürmek için başka yörelerden buğday getirip, yapacağımız unun kalitesini ayarlardık. Ancak çiftçilerimiz bilinçli bir tarım yapmadığı için toprağın canına okuduk. Devletimizin bu konuda yanlış tarım politikaları bizi bu hale soktu. Şimdi bizim buğdayımızın kalitesi çok düşük, kaliteyi artırmak için; dışarıdan buğday getiriyoruz; demişti.
Geçenlerde de gıda mühendisi bir kardeşimle oturup sohbet ederken, İç Anadolu’muzun tarımdaki politikalarını konuştuğumuzda. Maalesef çok bilinçsizce hareket ettiğimizden dolayı, tarlaları yakarak veya başka yollarla toprağımızın canına okuduğumuzu söyledi. Peki bu durumu düzeltebilir miyiz? Diye; sorduğumda ise. Toprağın aslında bir çocuk gibi ihtimam gösterilmesi gereken bir canlı olduğunu söyledi. Kısacası toprağın yeniden güçlenmesi için, doğallıktan hiçbir zaman ödün vermeden, hareket edersek; gerçek kimliğine kavuşabileceğini söyledi.
Tarlaların bilinçsizce kullanımı; bol ürün elde etmek için kimyasal gübreyi de bol kullanmaları, tarlaları gerektiği kadar nadasa bırakmamaları, ekilen tohumlara dikkat edilmemesi gibi durumlardan dolayı bir ara Nevşehir’de patates ekimi yasaklanmıştı. Bu olay hepimize ders olmalı aslında ama maalesef ders almıyoruz. İnadına toprağını canını çıkarıyoruz. Konya’da bilinçsizce açılan kuyular yeraltı suyunu çekti ve Konya ve çevresindeki topraklarında obruklar oluştu.
İşte bu gerçeklerden yola çıkarak; bende diyorum ki! Lütfen toprağımıza sahip çıkalım. Ürünlerimizi doğal yöntemlerle yetiştirelim. Benim çocukluğumda tarlalarda bir çok kuş olurdu şimdilerde ben o kuşları göremiyorum. Çünkü yapılan bilinçsiz ilaçlamalar böcekleri öldürürken, kuşları da maalesef öldürüyor. Böceklerin tarım ilaçlarına karşı kendilerini geliştirip bir sene sonra aynı ilaçtan etkilenmezken, kuşlar maalesef etkileniyor. Ayrıca o kuşlar o böcekleri yiyerek, bizim en iyi yardımcılarımız olurken biz onları maalesef telef ediyoruz. Batıda böceklere karşı onlarını düşmanlarını doğaya bırakılarak mücadele ediliyor. Kimyasal değilde böceğe direkt müdahale ediliyor. Mesela fare ile mücadele etmek için tilki ve benzeri hayvanlar doğaya bırakılıyor. Yaprak bitleri için uğur böceği 🐞 doğaya bırakıldığı gibi. Zaman içinde toprağımız çoraklaştı, yağmurlar yağmaz oldu. Daha çok ürün almak için, çok büyük bir çöküntü içine girdik.
Bilmem sizlerde hatırlar mısınız? Çocukluğumuzda hemen hemen hepimizin okuduğu güzel bir hikaye vardı. Adamın birine altın yumurtlayan tavuk hediye etmişler. Tavuk her gün bir tane altın yumurta yumurtluyormuş. Adam bir gün dayanamamış. Tavuğu kesip içindeki bütün altınları alayım demiş ama tavuğu kesince içinden hiç yumurta çıkmamış. Toprağımız bizim altın yumurta yumurtlayan tavuğumuzdur. Lütfen artık elimizdeki o hançeri bırakalım. Toprağımızı hançerleyip öldürmeyelim.
Geçen marketleri gezerken bir ara bakliyat reyonuna göz gezdirdim. Onların menşeine baktığımda, inanın şok oldum. Kimisi Çin, kimisi Kanada, kimisi İtalya, kimiside Amerika, Hindistan, Brezilya idi. Hani Türkiye dünyada gıda üretiminde kendi kendine yeten 5 ülkeden biriydi. Daha doksanlı yılların başında, bakliyatta o kadar çok fazla ürün elde ediyorduk ki! Hacettepe Üniversitesinin çok kıymetli profesörü şu an hayatta olmayan Ayşe Baysal hanımefendi için, öncelikle Yüce Allah’ımızdan rahmet diliyorum. O yıllarda mercimek üretiminde büyük bir rekor kırdığımızdan dolayı, Prf. Dr. Ayşe Baysal hanımefendi mercimek yemeklerini televizyonlarda anlata anlata bitiremiyor. Mercimeğin faydalarını saya saya kendi adını bile mercimek Ayşe diye anılmasına sebep olmuştu.
Yağ yağ yağmur yağ bereketli yağ. Toprağımızdaki o zararlı maddeleri al götür. Çiftçilerilimiz ile bütün sorumlular artık gözünün önüne baksın. Ziraat mühendislerimiz, devletimiz çiftçimizi bilgi ile donatsın. Yoksa istemeden toprağımızın katili olacağız. Atalarımızın kanı ile suladığı toprağımızı kendi elimizle öldürmeyelim. Lütfen toprağımıza saygılı olalım; dimi ya!