İnsanlığın medeniyet tarihini siyaset bilimi bağlamında incelediğinizde, demokrasi kavramının uzun yüz yıllardır tartışılan, kimi zaman kanla dahi sınav verilerek pek çok aşamalardan geçmiş devlet ile halk ilişkilerinde en mükemmel haline ulaşılmaya çalışılmış bir ideal olduğunu görürüsünüz. En basit tanımı ile demokrasi halkın doğrudan yönetime katılabilmesi ve iktidarı güçlü bir şekilde denetleyebilmesi, yönetilen halkın ise eşit haklara sahip olduğu özgürlükçü bir yönetim anlayışıdır. Keza Demokrasi kelimesinin etimolojik kökeni de “demos” (halk) ve “kratos” (egemenlik) kelimelerine dayanmakta ve özünde demokrasinin halkın egemenliği olduğunu vurgulamaktadır. Bu manada Ulu Önder Atatürk’ün “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” vecizesinin de yapılabilecek en net ve mükemmel demokrasi vurgusu olduğunu Atamızı saygıyla ve özlemle anarak buraya not düşelim.
Tarihte demokrasi denilince karşımıza çıkan ilk örneğinin Eski Yunan site devletleri döneminde yaşandığını görürüz. Halkın doğrudan yönetime katılması, bir arenada toplanıp tartışması ve oy vermesi gibi örnekleri tarihsel kayıtlardan okuruz. Oysaki Eski Yunan’da gerçekte katı bir toplumsal sınıf sistemi vardı; elit-köylü, zengin-fakir, özgür-köle gibi toplumsal ayrışmalar keskindi. O yüzden oy kullanabilenler sadece özgür ve erkek olan yurttaşlar olabiliyorlardı. Demokrasi mücadelesi Roma İmparatorluğu döneminde de bir ideale ulaşmak için hep var olmuştu. Tüm yetkiyi kendisinde toplamak isteyen Sezar’lar (diktatörler) ile halkın temsilcileri olan Senato arasındaki iktidar mücadelesi Roma Tarihi boyunca devam etmişti. Fransız İhtilalı ile despot krallığın devrilmesi ile başlayan süreçte dünyanın dört bir yanında halklar katı yönetimlere/diktatörlere karşı isyan ederek Cumhuriyet devletleri çağını başlattı.
Fikir olarak Batı’da Marx ve Engels ile başlayan Sosyalist (sonrasında hedeflenen komünist) yönetim anlayışı Doğu’da en etkin ve güçlü şekilde Ruslar ve Çinliler tarafından denendi. Elbette kökenleri eski çağlara dayanmakta, mesela eski ‘Sparta komünizmi’ kimi tarihçilerde sıkça kullanılır. Lakin ben burada bu ideolojinin günümüze uyarlanıp teoriden pratiğe doğru sistematikleştirilmesinden bahsediyorum. Teoride ezilenlerin, üretenlerin, işçi sınıfının iktidarı olarak yüceltilse de pratikte tarihin en büyük ve en kanlı diktatörlüklerine dönüşen Sosyalist yönetimler başarısız oldular. Böylece Batı demokrasi anlayışı günümüzün en mükemmel yönetim sistemi olarak kendisini dünyaya kabul ettirdi. Ancak Demokrasi anlayışının da kendi içerisinde tartışmaları elbette hep var olmuş daha mükemmele ulaşma arayışı devam etmiştir. En mükemmel haliyle demokrasi nasıl olmalıydı? En temeldeki tartışma ise hukuk ve siyaset dünyasında halen tartışılmaktadır; çoğunlukçu mu yoksa çoğulcu bir demokrasi mi en ideal olan?
Çoğunlukçu demokrasi veya diğer bir tanımla mutlak demokrasi denilen anlayış çoğunluğun kararlarının egemen olduğu bir demokrasi çeşididir. Çoğunlukçu demokraside, çoğunluk olanların aldığı kararlar sınırsız ve mutlaktır. Oysaki Çoğulcu demokrasi (nispi demokrasi) anlayışı, çoğunluğun mutlak hâkimiyeti reddedilen, azınlıktakilerin siyasal ve kültürel hakları da kabul edilen bir demokrasi anlayışıdır. Demokrasinin gelişim sürecinde, çoğunluğun devlet yönetiminde baskıcı ve mutlak olması, azınlık haklarını kısıtlayabilmeleri zamanla çoğulcu demokrasi anlayışını doğurmuştur. Azınlıkta veya muhalefette olanların korunması, düşüncelerin serbestçe hiçbir baskıyla karşılaşmadan söylenebilmesi çoğulcu demokrasinin temel prensipleridir. Çoğulcu demokraside otoritenin devleti aceleyle ve düşünmeden yönetmesini engeller ve denetler. Bu anlatılardan görüyoruz ki, kıyas yapıldığında çoğulcu anlayışın, yani azınlığı da yönetime katan anlayışın daha ideal bir yönetim olduğu ortaya çıkmaktadır.
Yukarıda izah etmeye çalıştığım demokrasi tarihi ve anlayışı üzerine değerlendirmelerimin orijinin esasında bir gece yarısı uyanıp istediği gibi bir KHK çıkarıp devleti yönetebilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile Millet İttifakının 6’lı masasının imza yetkisi ile yöneten cumhurbaşkanlığı çalışmasının kısmen kıyasına dayandığını fark etmiş olmalısınız. Görünürde bu durum adeta çoğunlukçu ve çoğulcu demokrasi anlayışının mücadelesi gibi olsa da ben burada ikisinden birisini seçemiyor, şu daha iyi diyemiyorum. Zira her ikisi de ideal demokrasi anlayışından uzaktır.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini 2018 yılından bu yana 5 yıldır deniyoruz ve beklentiyi karşılayamadığını gördük. Bu sistem ile ‘artık uçacağız’ gibi fantastik iddiaların ise topluma seçim şekeri olarak sunulmuş tozpembe bir rüya olduğunu da kısa sürede anladık. TBMM güdükleşti ve milletin seçtiği milletvekilleri de işlevsiz birer vitrin mankenlerine dönüştüler.
Beklentiyi karşılamayan ve adeta tek adam rejimine dönüşen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi karşısında muhalefet önce parlamenter sisteme dönüşü güçlendirerek yapmayı önerdi, akabinde ise Cumhurbaşkanını denetleyecek yardımcıları ( ki bu yardımcılar iş birliği yapan muhalif partilerin genel başkanları olacakmış!) vasıtasıyla bir yönetim sistemi getireceklerini vaat ettiler. İşte demokrasinin kırılgan olduğu nokta da burasıdır. Bu vaatte ülkeyi yönetmesi için seçilecek bir Cumhurbaşkanının adeta muhalif ittifak genel başkanları kontrolünde devleti yönetecek olması kesinlikle güven vermemiştir. Muhalefet geçmişte sıkça Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini değiştireceklerini, eski parlamenter sisteme güçlendirerek tekrar döneceklerini vaat etmişti. Ancak gelinen noktada vaat edilen şey açıkça bir tür “Genel Başkanlar Koalisyon Sistemi” olmuştur. Bu durumu çoğulcu demokrasi açısından incelersek de muhalefetin hali hazırda 6’lı masa denilen ittifak oluşumunda CHP ve İYİ Parti dışındaki partilerin yüzde 1 veya 2’lik partiler olması derin bir handikap oluşturmaktadır. Azınlığın da temsil edilmesi demokrasi açısından zaruri olsa da yüzde 1’lik partilerin eşit hak ve yetki ile Cumhurbaşkanını denetleyecek hatta yönetecek olması asla kabul edilemez bir durumdur. Milletin yüzde 51 oyunu alıp seçilecek bir Cumhurbaşkanının üzerinde yüzde 1’lik bir partinin genel başkanının denetleyici ve hatta yönlendirici güç olarak yer edinmesi ne hukuken ne vicdanen ne de siyaseten kabul edilir bir sistem önerisi değildir.
Demokrasi adına gerçekçi ve pragmatik bir çalışma, ideale doğru bir gelişme yaratılmak isteniyorsa bunun yolu asla oligarşi kokan bir “Genel Başkanlar Hükümet Sistemi” olmamalıdır. Bilakis demokrasi adına yapılması gereken esas sistem muhalefetin evvelden de dillendirdiği gibi güçlendirilmiş bir parlamenter sistem olmalıdır. Güçlendirilmiş ve önemleri artırılmış “milletin vekilleri” ile ve beraberinde bağımsızlığa kavuşturulmuş bir yargı eliyle devletin her türlü karar ve eylemlerinin denetlenebildiği, halkın oyları ile meclise gelmiş vekillerin oylarının, gensorularının, güvenoylarının önem arz ettiği bir meclisin var olduğu bir ülke de ancak demokrasinin varlığından bahsedilebilir. Eğer önerilen yeni sistemde de güç ve kontrol siyasi partilerin genel başkanlarının iki dudağının arasında olacaksa ne önemi kalacak yüzde 51 ve üstü oy almış bir cumhurbaşkanının yahut da ne önemi kalacak memleketin dört bir yanından halkın oyları ile seçilip meclise gelmiş yüzlerce milletvekilinin? O halde hiç boşuna seçimlerle uğraşmayalım, siyasi partilerin genel başkanlarının kurdurduğu oligarşiye dayalı bir kurul milyonlarca insan adına karar alsın, kendi oligarşi egemenlikleri ile devleti ve ülkeyi yönetsinler! Bu demokrasi değil, tek adamlık diktatörlüğünün bir kişi ile değil de bu kez birkaç kişi ile yürütülmesinden başka bir şey olmayacaktır. Demokrasi, özgürlük, adalet ve eşitlik adına milletimizin tüm talepleri için en büyük güvence ve doğru sistem iktidarı denetleyebilen güçlendirilmiş bir meclisin varlığının sağlanması ile mümkün olabilecektir. Demokrasi halkın yönetime katılmasıdır, bizzat olamıyorsa seçtikleri vekiller aracılığı ile yönetime katılmalarıdır, bu da ancak güçlü bir meclis sistemi ile olabilecektir! Demokrasi halkın bizzat seçtiği kişilerce temsil edilmesi, sesini duyurmasıdır, yüzde 1’lik bir siyasi partinin genel başkanının sırf ittifakta yer alıyor diye, hatta belki de partisi meclise tek bir milletvekili bile sokamadığı halde ülkenin idaresi hakkında pek çok hayati konularda karar verebilecek olması asla kabul edilir değildir!