EN SERT SAVAŞLAR: KALEM SAVAŞLARI

4 Ağustos 2014
0 Yorum Yapıldı Yorum Yaz
4769 defa okundu.
EN SERT SAVAŞLAR: KALEM SAVAŞLARI

EN SERT SAVAŞLAR: KALEM SAVAŞLARIBazı mesleklere nedense belli duyarlıkları yakıştırırız. Örneğin, “yazarlar, duygu sesini dile getirenlerdir”; dolayısıyla daha naif insanlar oldukları düşünülür. Ama unutulmamalı, onlar aynı zamanda “kalemşor”lardır. Dolayısıyla kalem savaşları da çok sert olur, özellikle meslektaşlarını eleştirme konusunda son derece ustadırlar.

Esasen toplum olarak, eleştiriyi severiz. Üretkenlik, eleştiri için malzeme sunmak anlamında görece “kahramanca”dır; salt eleştiri ise “üretimsiz üretim” gibidir. Başkalarının üretimleri üzerinden paye kazanma, var olduğunu hissetme, hatta “daha üstün olduğunu” ima etmenin en ucuz ve güvenli alanıdır. Bugün sizlere edebiyat alanından bir “eleştirel söylem” örneği olarak Yaşar Kemal’i seçtim.

Yaşar Kemal için Elia Kazan, “Homeroros’tan bu yana gelen en eski geleneksel anlatıcıdır, halkın sesidir” der. Doğan Hızlan ise ekler: “İnce Memed’i sevin, ama ben Yer Demir Gök Bakır’ı hiç bir romana değişmem. Öykücü Yaşar Kemal’i ihmal etmedim. Sarı Sıcak, düşlerime girse, yanarak uyanırım. Çokgen bakmak gerekir ona. Dışardan içerden, batıdan doğudan. Ben bu yöntemi benimserim.”

Ne kadar doğru tesbitlerdir Hızlan’ın değerlendirmeleri. O, bu yurdun yalın gerçekliğini, İnce Memed’i, tüm dünyaya, milyonlara götürendir. Yalnız roman ve öykü yazarı değil, döneminin en önemli yayınlarından olan Ant dergisinin de kurucu ve yazarlarındandır.

Bana göre de Bir Ada Hikâyesi Yaşar Kemal’in mevcut büyüklüğüne bir katman eklemiş ve onun ulusal yazar kimliğinden, dünya yazarlığı kimliğine uzanan serüvenine, bir parıltı daha yüklemiştir.

Dizinin ilk cildi Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana 1998’de; İkinci ve üçüncü cilt Karıncanın Su İçtiği’yle Tan Yeri Horozları aynı yıl 2002’de yayımlanmıştır. İnce Memed’in yalınlığından, bu serinin betimleme sağanağına, destan devam etmektedir.

2008 yılında Çankaya Köşkü’nden Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nü de alan yazar, ödül konuşmasında “Kitaplarımı okuyanlar barışçı olsunlar, yoksa zahmet etmesinler” diye uyarmıştır.

Yalnız tüm bu anlatımdan, dünya ve ülkemizde gördüğü büyük ilgi ve sevgiden, usta kalemin hep takdir gördüğü de düşünülmesin. Aksine, kimi çok şiddetli eleştirilere de maruz kalmış, mahkeme kapılarına da düşürülmüştür.

Bir de kendi “camiası” vardır. Aslında sadece Yaşar Kemal’e değildir saldırılar, bu “camia”da kalemler çok sert çatışır. Her bir usta, en sert hamlesini meslekdaşına yöneltir. Dünyanın en sert savaş aleti olan kelimeler, bu usta ellerde keskinleşir, bilenir, öldürücü hale gelir.

Bunlardan Attila İlhan, Yalçın Küçük, Adalet Ağaoğlu’nun Kemal ile ilgili çok sert eleştirileri vardır. Bugün tadımızı kaçırmak ve en sert örneği sizlerle paylaşmak istedim: Bu en sert ithamı Cemil Meriç yöneltiyor ve şöyle diyor: “Yaşar Kemal bir Afrikalı. Etiyle ihsaslarıyla yazan bir ilkel. Ve bir sirk hayvanı gibi enteresan. Batı, “İnce Memet”i bizi küçük görmek için çevirdi. Haçlı seferlerinden beri “Binbir Gece”den beri, kendine göre bir Şark yaratmıştır Batı. “İnce Memet”, o imaja uyduğu için hoşuna gider. Yaşar Kemal Batıda hiç kimsenin rakibi değildir. Nebadat bahçesinde tatsız tuzsuz bir ot…

Yaşar’ı üniversal yapan reculiyeti. Yahudi kızı “İnce Memet”i ingilizceye çevirmese dünya edebiyatı bu şaheserden ebediyyen mahrum kalacaktı. Neden Orhan Kemal milletlerarası olamadı? Köy romanını Yaşar’dan önce, Yaşar’dan güzel yazdığı halde. Cevap basit: felek karşısına bir Yahudi kızı çıkarmadı.“ (Cemil Meriç, Jurnal 1, s.362)

Sanırım beni anladınız, bu savaşa can dayanmaz.

İlk sert oklar, Attila İlhan’dan geliyor. 1976 tarihli bu yazısında İlhan aslında “Türk Romanı”nı inceliyor:

“Türk toplumu, Batı etkileri dolayısıyla Rus toplumunu andırıyor, imparatorluk döneminde bizde de ekonomik ve kültürel yönden Batılı burjuvazilerin ve çıkarlarının etkisi egemen ve yaygın, o kadar yaygın ki Türk romanı toplumsal bir gelişmenin doğal sonucu olarak doğmuyor, aydınların batıya özenmesi sonucunda yazılıyor.

Tıpkı Rusya’daki gibi yalnız bizdekiler daha çok seçkin aydınların geri kalmış toplumdaki sancısını işliyorlar, narodnik tipi bir köylülük, köycülük eğilimi daha az.

İkinci eğilim ulusal demokratik devrimden (Kurtuluş Savaşı) sonra önem kazanıyor: Yetişmiş, ulusal bir sanayi ve ticaret burjuvazisi (ve onun kültürü) olmadığından, resmi ideoloji folkloru ulusal ideoloji yerine koymaya kalkışmadı mı?

Bunun sonucu ne, saray estetiğinin reddedilip, yerine aslında feodal ilişkilerin üstyapısı olan folklorun temel sayılması.

Şair de romancı da bu yola girince, ne oluyor, Batıdan öykünme yoluyla geliştirilmek istenen roman, ya feodal topluma bile başeğmek istemeyen eski aşiret düzeni özgürlükçülüğünün ilkel destanı olur (örnek:Yaşar Kemal, şiirdeki uzantısı Ahmet Arif), ya da feodal ilişkilerinden, bu ilişkilerin üstyapısından kurtulamayan toplumu, eğitim yoluyla kalkındırmayı uman narodnik hayallerinin tutsağı (örnek:Fakir Baykurt, şiirdeki uzantıları Başaran, Apaydın vb)” (Attila İLHAN, Hangi Edebiyat, s.233-234)

Sonra Adalet Ağaoğlu’nun anılarına geçiyorum. Ağaoğlu 1969-1977 aralığını anlattığı dönemde, Yazarlar Birliği Başkanı’nın seçiminde, “Başkan kim olur acaba diye düşünürken” kendi kendine soruyor:

“Melih Cevdet mi, Necati Cumalı mı, Sait Faik mi, Orhan Kemal, Yaşar Kemal mi yoksa? Herkes elbirliğiyle Yaşar Kemal’i ister herhalde. Onun gibi ‘en popüler’, en girişken, en köyden, dağdan bayırdan, en insan içre bir yazar baş üstünde tutulmayacak da ne olacak?” (Adalet AĞAOĞLU, Damla Damla (Günler I 1969-1977), s.16)

Yalçın Küçük’ün de, onomastique (isimbilim) üzerinden Sabetayizm’i incelediği çalışmasında, Yaşar Kemal’i isminden ötürü harcadığı anlaşılmakta ise de onun, daha özel, ayrı ve daha geniş olarak ele alınması gerektiğini düşündüğümden burada değinmiyorum.

YORUMLAR Bu Yazıya Henüz Yorum Yapılmadı.. Belki İlk Yorumu Sen Yapmalısın..

SOSYAL MEDYA BİZİ TAKİP EDİN