Ülkemizdeki hemen tüm kesimlerin uzlaşmış olduğu üzere, Türk şiirinin en büyük isimlerinden biri –hatta belki de en büyük ismi- olan Nazım Hikmet’in doğumunun 114. yılı, bu hafta kutlanıyor. Kırşehir Atatürkçü Düşünce Derneğinin de çeşitli etkinliklerle kutlayacağı bu hafta, ünlü şairimiz şiirleri ve kişiliği ile anılacak.
Nazım sözkonusu olduğunda, aklımıza gelen pek çok şeyi topluca özetleyen sözcük: “ilginç”… Yaşamı, şiirleri, aşkları, kavgası, aidiyet duyguları ve en önemlisi “vatan” duygusu. Vatanının insanının ona bakışı… O “vatan”ından uzaklaştırılması ve yıllarca “vatandaşlık” statüsüne kavuşamayışı; ölümünden onyıllar sonra, fikriyatı çok farklı “vatandaşlarının”, onun şiirlerine sarılması yeniden… Tümüne bakıldığında “ilginç” bulmaktan kaçınamıyorsunuz.
Üstelik ilginç olan sadece yaşananlar değil, zamanlar da ilginç. Neresinden bakarsanız bakın, “ilginç bir çağda yaşadığımızı” kabul etmek zorunda kalırız. İsmet Özel, “ilginç çağ”dan ne anlamak gerektiği konusuna şöyle bir örnek veriyor:
“Eski Çin’de bir bilge kişi düşmanının ağzının payını vermek üzere bir bedduada bulunmak isterse, şöyle dermiş yalnızca: İlginç bir çağda yaşayasın! Çünkü Çinliler ahlaki heyelanların ve siyasi depremlerin hüküm sürdüğü “ilginç” çağlarda hayatın iyi ve güzel taraflarının gürültüye gideceğini, eriyip unufak olacağını bilirlermiş.” (Özel, İsmet (2009), Zor Zamanda Konuşmak, 11. Baskı, Şule Yayınları, İstanbul, s.85)
Buradan çıkardığımız ders şu ki, eğer “ilginç çağ”ın nasıl bir çağ olduğunu tanımlamak gerekirse, “ahlaki heyelanların ve siyasi depremlerin hüküm sürdüğü bir çağ” düşünmemiz gerekir. Bugün bir “ahlaki” durum saptaması yapacaksak, “ahlaki heyelanlar” ifadesinden daha doğru bir yaklaşım bulamayız bence. Aynı şekilde “siyasi durumu saptamak gerekirse, onu da “siyasi depremlerin hüküm sürdüğü” bir durum olarak özetlemek en gerçekçi yorum olur.
O halde gerçekten “ilginç bir çağda yaşıyoruz ve hayatımızın iyi ve güzel taraflarının gürültüye gittiğini, eriyip unufak olduğunu” da kabul etmek zorundayız. L
Bir başka “ilginç çağın” şairi olan Nazım ise, en çok da “vatan” sorunu yaşarken, dünyanın en güzel “vatan” destanını yazmış şairlerdendir. Aykırı bir aydın olan Yalçın Küçük’e göre, “Koğuşundaki Nazım, …”Kuvay-ı Milliye Destanı” olarak bilinen uzun epope’yi yazıyordu; Türkiye Kurtuluş Mücadelesi’nin ve Kemal Paşa’nın en başarılı güzellemesi olduğunda hiç kuşku yoktur. Burada, Kurtuluş Mücadelesi kutsal, Kemal Paşa tanrısal ve örnektir.” (Küçük, Yalçın (2001), Sırlar, YGS Yay, İstanbul, s. 225)
Oysa o destanın yazılı olduğu “pelür kağıtlarla yakalanmak” bile suçtur, bir başka ilginç çağda. Vedat Türkali de o “çağı” şöyle anlatır: “Bir süre sonra da Nazım’ın basılmamış “Türk Köylüsü”, “Kıyamet Sureleri”, asıl önemlisi de “Kurtuluş Savaşı Destanı”nı içeren yeni surelerini getirdi bize… Merih hemen pelür kağıda daktiloyla 5-6 kopya çoğalttı şiirleri… Bir gün, Askeri Tıbbiye Okulu’nda, yemekhaneye giderken pat diye karşıma çıkan okul müdürü General Hüsnü Külünk durdurdu beni. “Arayın üstünü!” dedi yanındaki yüzbaşıya… Büyük tehlike atlatmıştım. O günler yanımdan ayırmadığım, ince pelür kağıda daktilo edilmiş Nazım’ın “Kurtuluş Savaşı Destanı” da çıkabilirdi üstünden.” (Türkali, Vedat (2001), Komünist, Gendaş Kültür, İstanbul, s.66-67)
İşte o nedenle, kim vatanseverdir, kim “vatan haini”, hep karışır gider bu ülkede. İşte o nedenle de gazetemiz o büyük şairimizi anarken, “Vatan Haini” şiirini seçmiştir. O nedenle Nazım, gazetede, ülkesini sömürenlerin sırıttığı karenin yanındaki “Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.” haberi üzerine isyanını böyle haykırır: “Vatan çiftliklerinizse, kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan/ Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt hainiyim” der… Sizin de içinizden geçmez mi sık sık böyle bir isyan? L