Türkiye’nin asrın felaketini yaşadığı, büyük bir yıkım ile sarsıldığı bir gerçek olmakla beraber 81 ilin tek yumruk halinde dayanışma içinde olduğu, kimisi dost ve kardeş kimisine de önceden düşmanlık dahi beslediğimiz nice yabancı memleketlerden dost ve yardım elleri uzandığı (var olsunlar, sağ olsunlar), kardeşlik ve dayanışmanın ulusal yas ve yıkım içinde yoğrulduğu da bir gerçektir! Milletçe yıkıldık, büyük acılar ile yoğrulduk, yıkıntıdan çıkan her bir can ile milletçe nefes aldık. Yaşanan bu acıların travmasının uzun yıllar atlatılamayacağı görülmektedir. Peki, tüm bunlara Sayın Erdoğan’ın dediği gibi ‘Kader’ deyip geçecek, teslimiyetle boyun mu bükeceğiz? Elbette HAYIR…. Zira İslam dininin kader anlayışı bu değildir. Müslümanlık başına bir felaket geldiğinde kaderdir deyip oturmak mıdır? Kader Allah’ın zamandan münezzeh olması nedeniyle olacakları önceden bilmesidir en basit tanımıyla… Felaket ve yıkımlarla mücadele insana düşen en temel mesuliyetlerdendir. Ülkemiz işgale uğrasa kader deyip oturacak mıyız yoksa düşmanla ve bu işgale neden olanlarla mücadele mi edeceğiz?
Deprem çok büyük bir doğal afettir, önlememiz ise mümkün değildir. Ancak Allah’ın bahşettiği akıl ile ilim ve bilimde geliştikçe, zararları en aza indirmenin mümkün olduğunu da Japonya gibi ülkeler örneğinde tüm dünya görmüştür. İşte ülkemizde yaşanan deprem felaketinin yıkıcı sonuçlarının bu kadar ağır olmasının sebeplerinin kopma noktası da tam burasıdır. Deprem sonrası olması gerektiği gibi elbette ‘devletimizin yanındayız’ sloganları yükseldi. Ancak bu noktada kimi odaklar algı operasyonu yapmak istedi. Devleti adeta hükümet ile birmiş gibi lanse edip, iktidarın yanında olmak, onu eleştirmemek, eleştirenlere de hain yaftası vurmak gibi bir cinlik yapılmaya çalışıldığını da fark ettim. Güya insanlar böylece sinecek, ülke bu kadar acı yaşarken sen nasıl iktidarı (sözüm ona devleti) eleştirirsin itirazlarından korkacak, hata ve suç sorgusu yapamayacaktı…
Hayır efendim, devlet başka bir şeydir hükümet başka bir şeydir, siyaset bilimi ve felsefesi ile idari hukukta bunun detaylı izahı vardır, konumuz şimdi bu değildir! Kısaca bir hukuk devletinde yıkım, felaket v.s. yaşanırsa ilk sorgulanacak olan hükümetin ta kendisidir. Gelişmiş demokrasisi olan ülkelerde bir hükümet yaşanan felakette mesuliyeti olduğunu gördüğü zaman hiç kimse bir şey demeden derhal istifa edebilmektedirler. Türkiye gibi ülkelerde ise fatura hep bulunan bir günah keçisine kesilmekte, hükümetler aradan sıyrılmaktadır. 99 Depreminde ne demişti müteahhit Veli Göçer; ”ben sadece bir günah keçisi yapıldım.” İşte aynı senaryo şimdi de uygulanıyor, her gün ekranlarda tüm suç üzerlerine atılmış kimi müteahhitlerin gözaltına alındığını izliyoruz. YOK ÖYLE…. Bu sorumluluk her gün 3-5 Müteahhit tutuklamayla kapanmaz! O müteahhitlere imza veren tüm yetkililer, onların üstündeki siyasi bağlantıları, onlarca kez imar barışı adı altında kaçak yapılara onay vermek için imar yasasını değiştirenler, imar affı ile yüklü para toplayanlar/yiyenler, hatta ara kademelerdeki rant mafyasından başlayıp şantiye şefine, siyasi en üst iş birlikçilerine kadar tüm sorumlular hesap vermeden bu dosya kapanmaz… Açık söylüyorum; Müteahhitler bu RANT ve KATLİAM silsilesinin en altındakilerdir! Deprem felaketi yaşandıktan sonra elbet hükümet ve millet el ele cansiperane bir kurtarma ve yardım mücadelesine girmiştir, takdire de şayandır. Lakin bu geçmişe dönük bir sorumluluk silsilesinin sorgulanmasına ve gereğinin yapılmasına da mani değildir, olamaz da! Hülasa Devletimizin sonuna kadar yanında, fakat tüm sorumluların da kararlılıkla yakasındayız…
Müteahhitlere karşı yapılan adli süreçte bile tıpkı FETÖ yargısı sürecinde olduğu gibi adalet yok maalesef. Yani eğer AKP’ye yakınsanız ne yaparsanız yapın zırh altındasınız. FETÖ ile selamlaşmış insanlar bile hapse girdiği halde hatırlayınız, AKP’li olup FETÖ’ye ne istedi ise verenler, devletin kozmik odalarını FETÖ’ye açanlar ve daha nice FETÖ ile iş birliği yapanlar yargılanmak şöyle dursun daha da üst kademelere geldiler, bakan bile oldular. Şimdi yaptığı evler yıkılan ve kusurlu bulunan müteahhitler tutuklanıyor deniliyor. Peki ya AKP’li üst düzeyde olan kusurlu müteahhitler ne olacak? Kahramanmaraş’ta Doğukent bölgesinde AKP Dulkadiroğlu İlçe Başkanı Şahin Avşaroğlu’nun sahibi olduğu Melşa İnşaat tarafından yapılan 15 katlı üç bloktan ikisi depremde yıkılırken, bir blok ise ağır hasar aldı. İnşaatı tamamlandıktan sonra, 6-7 ay önce vatandaşların taşındığı 140 konutluk Badı Saba Konutlarında yüzlerce kişi hayatını kaybetti. Bu AKP’li ilçe başkanı müteahhide bu yazıyı kaleme aldığım sırada halen dokunulmuş değildi. AKP ve Adalet kavramları yine maalesef birbirlerine çok uzak kaldılar!
Devletimizin yanındayız, ancak devlet yönetimi için seçilmiş ve fakat işini layığı ile yapamamış, rant, hırsızlık çarkına girmiş, devlete ve millete büyük zararlar vermiş olduğu tespit edilebilecek her iktidar mensubu veya iktidar yandaşı sorumlunun da karşısındayız! Bugün ülkemizin nerdeyse altıda birini yıkan, on binlerce cana mal olan büyük depremin tüm sorumluları o tutuklanan 3-5 müteahhittir demekle mesele çok basite indirgenir, asıl arka plandaki esas büyük sorumlular gizlenir. Buna izin verilmemelidir. Hani filmlerde görürüz, polis sokakta torbacıları yakalar ancak filmin kahramanı der ki; “Bunlar piyon, küçük balıklar, asıl yakalamamız gereken arkalarındaki ağa babalarıdır” diye! İşte durum budur. Evet, bu müteahhitler adi malzeme kullandı ise, zemin etüdü uygun olmadığı halde inşaat yaptıysa, malzemeden çalıp zendin olurken binlerce insanın ölüm fermanını imzalayıp onları ev diye tabutluklara yerleştirdiler ise elbette suçludurlar, cezalarını da çekmelidirler! Ancak tüm işi onlar yapmıyor ki, bir inşaat her aşamada denetimden geçiyor. Bir inşaatın yapı ve denetim süreçleri şunlardır;
1. PROJE KONTROL SÜRECİ
2. RUHSAT ALIM ve ONAY SÜRECİ
3. İNŞAAT YAPIM SÜRECİNİN BAŞLAMASI
4. İNŞAAT YAPIM SÜRECİNİN KONTROLÜ
5. İŞ BİTİRME VE İSKÂN SÜRECİ
6. DOSYANIN KAPANMASI
Görüldüğü üzere bir müteahhit inşaatın tüm sürecini tek başına götürmüyor, bilhassa adeta Belediye ile iç içe tek vücut götürüyor. Yani her tutuklanan müteahhit yanında yapı denetim sorumluları, imar müdürler hatta kimi yerlerde Belediye Başkanları dahi tutuklanmalı bu sorumluluk silsilesine baktığımızda! İnşaat yapılırken her aşama kâğıt üzerinde sözde denetleniyor, ancak hepimiz iliyoruz bu süreci, müteahhitlerin her aşamada paralar saçarak engelleri aştığını duymayan yoktur. Nerede şimdi sorumluklar, nerede ADALET?
Deprem felaketi ve ağır sonuçları ile ilgili daha vahim ve tartışılması gereken asıl konu ise İmar Affı veya Barışı diye adlandırılan uygulamadır. İmar affı, imar mevzuatına göre yapılmayan, gecekondu vb. kaçak yapılar problemlerini düzenleyen kanundur. İmar affı, ilk olarak 1984 yılında kaçak, çarpık yapılaşmayı engellemek için çıkarılmış. İmar affı, en son 31 Aralık 2017 tarihinden önce yapılmış, ruhsatsız veya ruhsata aykırı yapılan imar ve iskânlar için de 8 Haziran 2018 tarihinde çıkarılmış. Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, imar barışından yaklaşık 7 milyon 400 bin kişinin istifade ettiğini açıklamıştı. Unutulmamalıdır ki, depremde yıkılan binaların büyük bir bölümü yerel yönetimlerin ruhsatlandırmasıyla inşa edilmiştir. Türkiye’de izin almadan inşa edilmiş ancak çeşitli imar aflarıyla yasal hale gelen çok sayıda çürük yapı bulunmaktadır. Depreme dayanıklı yapıların denetimi ve inşası noktasında 1999 Depremleri sonrası yeni hukuki düzenlemeler yürürlüğe girmiş ve bu düzenlemeler en son 2018 yılında güncellenmiştir. Her ne kadar tekniğe ve bilime dayanan mevzuat geliştirilmiş olsa da belirli aralıklarla gündeme getirilen bu imar affı uygulamaları felakete davetiye çıkarmaktadır. 1999 Marmara Depremi sonrasında kentlerin planlanmasından başlayarak yapıların projelendirilmesi, ruhsatlandırılması, inşa edilmesi ve tüm bu süreçlerin denetlenmesine yönelik elde edilen kazanımlar “imar barışı” ile bir anda kaybedilmiştir. Hatta zarar görmüş ve dayanıksız yapı stokunun dönüştürülmesi beklenirken kaçak yapılar yasallaştırılarak kullanılmasına devam edilmesi tehlikeli bir şekilde aslında teşvik edilmiştir.
Acı bir şekilde 30 binden fazla vatandaşımızın hayatını kaybetmesine yaklaşık 100 bin kişinin yaralanmasına neden olan depremde binlerce bina yerle bir olurken AKP genel başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın afet bölgesinde yıllar önce yaptığı ‘imar affı’ müjdeleri yukarıda izah ettiğim nedenlerle yeniden hatırlandı. AKP genel başkanı ve Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın İmar Barışı Yasası’nı şu sözlerle müjdelemişti(!):
“İmar barışıyla 144 bin 556 Maraşlı vatandaşımızın sorununu çözdük.”
“Malatya, imar barışıyla Malatya’da 88 bin 577 vatandaşımızın sıkıntısını çözdük.”
“Hatay, imar barışıyla toplam 205 bin Hataylı vatandaşımızın sorununu çözdük.”
AKP genel başkanı ve Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan yüz binlerce kaçak yapıya af getirirken elbette büyük çapta bir depremi ön görmemişti. Af edilen binlerce kaçak yapının kaçının kusurlu olduğunu ve depremde kaç bin kişiye mezar olacağını ön görmemişti. Ama bu ön görememeler mazeret değildir, ülkeyi yönetme sorumluluğunda olanların bahanesi değildir. Varsa hata, varsa suç her kim olursa olsun soruşturulmalı, yargılanabilmelidir. Evet, Devletimizin yanındayız, sorumluların da karşısındayız… Ünlü akademisyen ve jeolog Prof. Dr. Celal Şengör bu konuyla ilgili geçenlerde çok çarpıcı bir söz söyledi;
“Deprem ülkesinde imar affı cinayettir.”