Yazar Tuncay Aymelek “Gölge Hırsızı” Adlı Kitabını Tanıttı
Yazar Tuncay Aymelek Gazetemiz 40 Arena’ya bir ziyaret gerçekleştirdi. Aymelek, gerçekleştirdiği ziyarette yeni çıkardığı “Gölge Hırsızı” adlı kitabını tanıttı. Gazetemiz 40 Arena Muhabiri Serhat Erdoğan ile yaptığı röportajda kitabın konusu hakkında bilgiler veren Aymelek, şu ifadelere yer verdi: “Kalbimin küçük hikâyesi kitabının konusu Hayatta pek çok kimseyi sevebilirsiniz, onlara bağlanır, uğrunda fedakârlıklara katlanır, acı çekersiniz fakat sizde bir kişi, yalnız bir tek kişi yıldız olabilir. Ve o ölse bile senelere meydan okur, iklimlere direnir ve ruhunuzda değişmeyen bir yerde kalır. İçinizde bir yerlerde O’nu zamandan korur, zamanının uğramadığı bir yerde saklarsınız. Evet, sizler evlenirsiniz, çocuklarınız olur, bedeniniz, yaşadığınız dünya savaşlarla yerle bir olur, iklimler bile huy değiştirir; hatta sizdeki huylar, düşünceler bile değişir, gerçekten her şey başkalaşır ama o, onun yeri hep aynı kalır. İşte bu sebepten ona, sevgili Yıldızım dersiniz ya işte. Kalbimin Küçük Hikâyesi’nde temelde sevgi içgüdüsünün amacı, bir psikiyatrın, ana karakter Rüzgâr’ın, ilk gençliğinden itibaren gelişen, çatışmalı sevgi hayatı incelenerek araştırılmaktadır. Beri yandan kalp nakliyle birlikte gündeme gelen hücresel bellek, dejavu, ruh göçü ve hayatımızın en önemli alanına sahip unutma (Dönemsel Hafıza Kaybı) gibi pek çok kavram da konu ediliyor bu romana. Hüzünlü bir aşk hikâyesinin gerisinde ”Beyin unutsa kalp de unutur mu?” gibi sorular uyanıyor kafamızda. Acaba bir insanın sevgi hayatı tıpkı yer solucanları gibi, ansızın gelen bir kayıp, bir ölümle birlikte ortadan ikiye bölünse de sonra bu yarım kalmış insan, beyni yaşadıklarını silse dahi, seneler sonra bir başkasında aynı güçlü sevgi belirtilerini yeniden bulsa; içinde onunla birleşme özlemi doğsa, tüm bunlar neye dalalet ederler? Kalbin de bir hafızası var mıdır? Bazı araştırmacılar hafıza sürecinin kalp gibi vücudun diğer bölümlerinde de olabileceğini düşünüyor ve buna “hücresel hafıza” adını veriyorlar. Belki de her birimizin hayatı bir düşten farksızdır. Çünkü biz hep düşlerimizdeki bir gökkuşağına ulaşmaya çabalıyoruz; ömrümüz onun renkleri arasında birini aramakla geçiyor… Siz de ilk gençliğinizde bir dönem, yedi renkli bir gökkuşağı gibi, bir düzine genç sevgilinin her birinde, onlarda bulduğunuz renklerin sıcaklığında, söyleyin, aslında özel birini aramıyor muydunuz? Rüzgâr’da Rüya ile karşılaştığında bir zamanlar sevgilisi Güneş’le yaşadığı altın bir devrin, artık kaybolmuş bir mutluluğun özlemini duyar içinde. Oysa ki ilk gençliğinde olduğu gibi bir cennetin anahtarını tıpkı gökkuşağına ulaşmak istercesine umutsuzca, hep başka başka renkler arasında aramıştır. Ama o renkler gerçek değildirler ve gökkuşağına ulaşmak ta imkânsızdır. Çünkü sevmek, aynı zamanda bir kaybetme korkusu da taşıyordur ruhuna. Bir organ (kalp) nakli sonucunda benlik değişimi mümkün müdür? Acaba yeni bir aşk, anılarımızda kalmış bir ilk aşkın hatırasını silip süpürebilir mi? Ya da şöyle soralım: Seneler sonra sizi görür görmez delicesine seven, on yedi yaşında bir genç kız, tıpkı artık hayatta olmayan ilk büyük aşkınız gibi davranıyor, onun kelimelerini kullanıp onun gibi giyiniyor ve durmadan anılarınızın külünü eşeliyorsa? Beri yandan beyniniz o ilk aşkı silmiş de olsa, yaşamınız birden sevgi ve korku arasındaki sonsuz bir dansa dönüştüyse ne yaparsınız? Rüzgâr’ın hayatına da öğrencilik dönemlerinde pek çok genç kız girmiştir. Bunlar nisan yağmurları gibi üzerinde pek bir tesir bırakmadan gelip geçerler ama içindeki bir karanlığı daha da derinleştirirler. Özellikle de yedek subaylığını yaparken dairesinin karşısındaki yurtta kalan sayısız genç kızla flört ederek, deli dolu bir hayat yaşamış olan Rüzgâr’ın karşısına nihayet Güneş isminde çok özel bir genç kız çıkar. Genç psikologun Sevgili Güneş’im dediği bu genç kız, onun tek ve en büyük aşkı olmayı başarır. Fakat ne yazık ki bu genç kız, iki senelik bir beraberliğin ardından geçirdikleri bir trafik kazasında yaşamını yitirir. O sırada beş yaşında olan ve kalp yetmezliği nedeniyle kısıtlı bir süre ömür biçilen teyzesinin yasak aşkından olma Rüya’ya, Güneş’in kalbi nakledilir. Üstelik Rüzgâr’ın beyni, yaşamının Güneş’le olan dönemini, başa çıkılması güç duygusal ve fiziksel bir travmadan korumak nedeniyle, geçirdiği kaza anından itibaren saklamış, o dönemi hiç anımsatmamıştır. Aradan on iki sene geçip de Rüya 17 yaşına geldiğinde, Rüzgâr otuz beş yaşındadır ve onlar teyzesinin cenazesinde karşılaşmışlardır. Acaba hangisi hangisinin hayatını etkisi altına alır? Üstelik de Rüzgâr, Güneş’le olan ilişkisinin ardından, 12 sene boyunca kendi içine kapanmış, etrafındaki nesnel, yozlaşmış topluma bir tepki olarak tek başına, kitapları arasında bir bohem hayatı yaşamış, bu süre içinde hiçbir genç kız ve kadın onu etkileyememiştir. Rüya ise aşkını bir kıyafet gibi kolaylıkla sırtından çıkarıp atan kötü ruhlu bir yenidünyanın ve neslin ortasında böyle sonsuz, böyle sadık bir aşkı anlaması için şimdiye kadar öğrendiklerini ve bildiklerini toptan unutması gerekmektedir. Acaba aşkın da mevsimleri var mıdır? Ve o mevsimler, sevgilisi Güneş ölünce dönemsel amnezi yaşayan mutsuz, hayata küsmüş olan Rüzgâr’ın kalbini yeniden aşka açacak, Güneş’ini anımsatabilecek midir?” Diye konuştu
haber Serhat Erdoğan