AĞAÇ DİKME SUÇU
Geçen hafta gazetemizin haber başlıklarından biri hayli çarpıcı idi: “Sonunda bu da oldu! Ağaç dikmek de artık suç!” başlığı kullanılmıştı. Olayın detayında,
“Kırşehir merkeze bağlı Sıdıklı Kumarkaç Köyü Muhtarlığına ağaç dikti diye toplam 4.000 TL ceza geldiği; 2003 yılında Kumarkaç Köyü Muhtarlığına Ağaçlandırma Kanunu’ndan faydalanması için Hazinenin arazisine belli miktarda Badem Ağacının dikilmesi sonucu gelen cezaya, köy halkının isyan ettiği” bildiriliyordu.
Olayın mevzuat kısmını tam olarak bilemiyorum elbette. Ama sonuç badem ağaçlarının kesilmesi olacaksa, her durumda ortada bir yanlış uygulama var demektir.
Daha önce de çevre ile ilgili çalıştaylarda Kırşehir’in yeşillendirilmesi çalışmalarında “10 yılda 10 milyon ağaç” bilgisini, köşe yazımda yetkililerin ifadelerine dayandırmış ve bu durumu memnuniyetle ifade etmiştim. Nitekim o yazımda da “badem ağacı”nın hayli yüklü bir tutarda ekildiği belirtiliyordu.
Olay bir hukuksuz uygulamaya dayanıyorsa bile, 2003 yılında gerçekleştirilen uygulamanın 12 yıl sonra 2015’de cezai işleme tabi tutulması, çok aşina olduğumuz bir yönetim zafiyetimize işaret ediyor. Biz uyarıcı ya da düzeltici işlemi o kadar geç uygulamaya koyuyoruz ki, o arada ne uygulamada “kamu yararı” ilkesi kalıyor, ne de doğa yararı.
İmar hukukuna aykırı bir binaya, inşaat bittiğinde müdahale ediyor ve milli serveti heba ediyoruz. Ya da devlet malına usulsüz el koyanlara, o malın hiçbir ekonomik ya da çevre değeri kalmadıktan sonra işlem yapıyoruz. Bu da hem hukuka uygun davrananların zarar görmesine yol açıyor; hem de devlete olan güven duygusunu temelinden sarsıyor.
Bütün hukuksal tartışmaların dışında ise ağacın bir milli servet olduğu bilinci bulunmalıdır. Bugün “gelişmiş” kabul ettiğimiz birçok ülkenin önemli zenginlik kaynağının “ağaç ve orman” varlıkları olduğunu görüyoruz. Elbette iklim ögesinin bu konuda büyük rolü var. Kendimize de fazla haksızlık yapmayalım. Yılın en az altı ayını yağışlı geçiren Avrupa’nın birçok bölümünde yemyeşil orman varlığı doğal bir sonuçtur.
Ama biz de zaten zor yetiştirdiğimiz ağaç ve orman varlığını yeterince koruyabildiğimizi söyleyemeyiz.
İtalyan yazar Italo Calvino tarafından 1957 yılında yayınlanmış felsefi bir roman olan “Ağaca Tüneyen Baron”da ağaç olgusunun önemi hemen her boyutu ile irdelenir. Kitabın konusu, soylu bir aileden gelen ve on iki yaşındayken babasına kızıp, ağaca çıkan Cosimo adlı karakter üstüne şekillenir.
Cosimo’yu zorlamaktan vazgeçen aile, onun kendi kararı ile ağaçtan ineceği günü bekler dururlar. Calvino bu eserde şöyle bir öykü anlatır:
“Eskiden, Roma’dan yola çıkan bir maymunun yere değmeden, yalnız ağaçtan ağaca atlayarak İspanya’ya varabildiğini kitaplardan okuyoruz. Doğru olup olmadığını bilmiyorum… Benim zamanımda, tüm genişliğiyle yalnız Ombrosa körfezinin ve dağların tepelerine kadar yükselen vadisinin böylesine sık ormanları vardı. Bölgemizin ününün başka nedeni yoktu. Bugün aynı bölge tanınmaz halde. Fransızların buralara indiği çağlarda, her yıl biçilen çayırlar gibi ormanları da kesmeye başladılar. Ama ağaçlar yeniden bitmedi. Ormanların yok oluşunun savaşlara, Napolyon’a, o çağa bağlı olduğu sanılıyordu. Ama durmak bilmedi. Sırtlar öylesine çıplak ki, eski hallerini bilen bizler, yüreğimiz sıkışmadan bakamıyoruz.” (Calvino, İtalo (1971), Ağaca Tüneyen Baron, Çev. Aydın Emeç, e Yay., İstanbul, s.36) Görüldüğü gibi Avrupa’nın da ağaç sicili tertemiz değil.
Ama biz dileriz Sıdıklı Kumarkaç Köyünün 12 yaşındaki badem ağaçları bu mücadeleden kesilmeden kurtulabilirler. Biz de bir “yeşil sınav”dan bari başarı ile çıkmış oluruz.