UĞUR MUMCU’NUN KALEMİ
Aradan kaç yıl geçerse geçsin, ocak ayı denince, pek çok güzel şeyin arasından bir hüzün asla unutulmaz; o da Uğur Mumcu’nun katlediliş yıldönümüdür.
Bu yıl da ilimiz Cumhuriyet Halk Partisi İl Teşkilatı’nın, Uğur Mumcu’nun ölümünün 22. yılı nedeni ile Cacabey Meydanında toplanarak karanfil dağıttığı geçen haftanın haberleri arasında bildiriliyordu.
Gençlik Kolları ve Kadın Kolları tarafından hazırlanan Uğur Mumcunun eserleri ile fotoğraflarının olduğu serginin de etkinlik programının bir parçası olduğu anlaşılıyordu.
Mumcu’nun fikirleri elbette bugün yine bazı gazetecilerimizde yaşamakta, kimi özellikleri bu enç kalemlerde de yansımaktadır. Onun yazılarının toplandığı eserlerinde şöyle hızlıca bir eziye çıkıldığında bu özellikleri hemen kendini belli eder.
Örneğin o, her yazısıyla, “Kişisel ve Toplumsal Çelişkilere Yöneltilmiş Bir Ayna”dır:
Devlet büyüklerinin bir kısmının hizmetleri nedeniyle heykellerinin yurdun dört köşesine dikilmesi gerektiği savıyla keleme aldığı, “Büyüklerimiz” adlı eserinde;
“Tarihimizde “Birinci MC”, sonra da “Yeni MC”, kısa adıyla “YE-ME-CE” iktidarını (s.10-11);
“Halk cephesi müteahhitlerini” (s.60);
“Kitapsız profesörleri” (s.68)
“Nabza Göre Şerbet Sanayi TAŞ Kurucusu” siyasetçileri (s.77);
“Eski AP’li, CHP’li, ihtilalci, devrimci ve de yeni ülkücü, Türkiye üniversitelerinin gelmiş geçmiş en kıdemli doçentlerini” (s.101);
“Amerikan pasaportlu Türk milliyetçilerini” (s.170) anlatmakta;
Mobilya yolsuzluğu sanığı Yahya Demirel’in ceviz kaplı suntadan heykelinin dikilmesini (s.53) isterken;
Ferit Melen için de şöyle demektedir: “Ferit Melen o kadar ağırbaşlı devlet adamıdır ki, hiçbir heykeltıraş, Melen’in heykelini kendisine benzetemez. Onun içindir ki, heykeli yerine, herhangi bir meydana kendisi dikilmelidir” (s.85) (Mumcu, Uğur, Büyüklerimiz, Tekin Yay., 14.Bas., İstanbul, 1993.)
“Alaycı”dır. Bir başka köşe yazısında 2.Cumhuriyetçileri, “cumhuriyetler kupa maçı mıdır ki, numaralı olsun” mantığıyla eleştirir ve şöyle der:
“Son günlerde basında “2.Cumhuriyet” kurmak isteyenler çoğaldı. Kendilerini kutlamamak elde değil. Bu yaşta bu başarı gerçekten göz kamaştırıcıdır… Sayı vermek yararlıdır. Örneğin 1950 “İkinci Cumhuriyet” olsun; 27 mayıs 1960 “Üçüncü Cumhuriyet”; 12 mart 1970 sonrası “Dördüncü Cumhuriyet” ve 12 eylül 1980 sonrası da “Beşinci Cumhuriyet”. Niçin olmasın? Fransa’da “Beşinci Cumhuriyet” yok mu? Böylece Fransa ile cumhuriyet kupasında beş-beş berabere kalmış oluruz, kötü mü? Fransa’da imparatorlukları cumhuriyetler, cumhuriyetleri de imparatorluklar izlemiştir. Bizde de cuntalar, cuntaları, ne var bunda?”
Sevgi Özel ise anlattığı bir olay ile onun zekası ile buluşan espri yeteneğini şöyle aktarır: “Sadece başkalarına karşı değil, kendisi üzerinden de esprili eleştiriye her an açık bir kişidir: Nadir Nadi’nin evinde buluştukları İlhan Selçuk’un başındaki kasketi çok beğenmişti. Kasket modası vardı, kimisi Lenin, kimisi Mao kasketi giyiyordu. İlhan Selçuk kasketini Almanya gezisinde almıştı. Nadir Nadi’nin konukları arasındaki Feyyaz Tokar’ın bir ayağı Almanya’da olduğundan, İlhan Selçuk, “Feyyaz, Uğur benim kasketimi beğendi ona aynısından getirir misin?” dedi. Uğur hiç yakınlığı olmayan Tokar’dan bir şey isteyecek gibi görünmüyordu. Feyyaz Tokar, “A tabii getiririm” dedikten sonra Uğur’a döndü, “Başınızın numarası kaç?” “Valla pek iyi bilmiyorum ama galiba 141-142” (Özel, Sevgi, Uğur Olsun, Bilgi Yay., 3.Bas., Ankara, 2003, s.268)
Ne “kafa”ları heba eden o 141-142’lere hep Uğur’lar olabilse keşke! L