Slavoj Zizek, parçalanan Yugoslavya’nın mirası, bir çağdaş büyük felsefeci; görüşleri derin ve karmaşık. Türkçeye çevrilen yapıtlarından biri de “Paralaks” isimli eseri. Karmaşık yazım tarzına, derin düşünümselliğine karşın, bu sözcüğü kısaca “minimal fark” olarak tanımlamak mümkün.
Zizek bu kavramla, aralarında ilişki yokmuş gibi görünen unsurların, o küçük perspektif kaymasıyla nasıl ilişkili hale geldiklerini inceliyor.
Elbette böyle söyleyince ben aşırı basitleştirmiş oluyorum ve 450 sayfalık kitapta anlatılan yüzlerce olgu ve metinlere girip çıkan onlarca büyük düşünürün arasında mücadele etmiş kendime öncelikle, büyük haksızlık etmiş oluyorum. J
Ama, “hah işte anladım yaşasın” dediğim pasajlardan birinde Zizek, “demokrasi” hakkında bir örnek veriyor ve şöyle diyor:
“Durum en iyi şekilde, bir şey çaldığından kuşkulanılan bir işçiyle ilgili o eski hikayeyle örneklenebilir: bekçiler her akşam, fabrikadan çıka işçinin ittiği el arabasını ince ince araştırıyor ama arabaların içinde bir şey bulamıyorlardı, araba hep boş oluyordu.”
Duruyorum ve bizim “fabrikamız” olan yaşadığımız ülkeye bakıyorum. Örneğin her olgu ve her kişi karşısında devamlı bir kuşku halimiz var mı? Hep geleceğimizi, dinimizi, ülkemizin bir parçasını, hak ettiğimiz makamımızı, “çalacaklar” endişesi var mı?
Bana sorarsanız var. Umarım siz “yoo hiç öyle düşünmedim” diyebilen şanslılardansınızdır.
Örneğin birisi “çalmak”dan söz ettiğinde hemen aklımıza “peki ya çalışma?” sorusu geliyor mu? “Çalıyor ama çalışıyor” sloganı artık kulağımızı tırmalamıyor mu? Nasıl oluyor da birbiriyle bu denli alakasız iki olguyu aynı paralelde düşünür olduk?
Zizek kavramlarıyla baktığımızda bu “paralaks” yani “aralarında sentez ya da dolayımın olanaksız olduğu iki nokta arasında sürekli perspektif kaydırarak görülebilen fenomenler” kanıksadıklarımız haline mi geliyor, yoksa ayrımına varabildiklerimiz haline mi?
Ya da örneğin “oy” deyince, hemen “oyları çalacaklar”; endişesi yaşıyor musunuz? Peki bu kavramlar nasıl oldu da bu denli aynı düzleme geldiler?
Zizek’in örneğinde kalmıştık. Bekçiler el arabasını kontrol ediyorlar ama çalınan hiçbir şey bulamıyorlardı. “Sonunda olayı anladılar: işçi el arabalarını çalıyordu.” (Zizek, Slavoj, (2014), Paralaks, Çev. Sabri Gürses, Encore, İstanbul, s.378)
Zizek bu örneği “Irak’a demokrasi getirme” iddiasındaki ABD müdahalesinin “demokratik” özünü sorgularken veriyor. Demek istediği, “çalınan şeylere” odaklandığımız halde, “fabrikanın temel malzemesi olan el arabalarının” çalındığını göremeyişimizdir. Eğer çalınan temel araçlarsa ve siz çalınacağından endişe ettiğiniz diğer noktalara saplanıp kalmışsanız, “fabrika” işlevsizleştirilirken uyumuşsunuz demektir.
Zizek’in önerisi, “Yine de demokraside işler daha iyi yürüyor” gibi savlarla bombalanan halktan çalınan el arabasını aramaktan korkmamalıyız.” şeklindedir… ”Burada dikkat edilecek ilk şey, demokrasinin “önemsiz” olduğu, bir ulusun kaderini oyları kaydırabilecek olan bir azınlığın kaprislerine bağlı kıldığı şeklindeki belirleme”nin aldatıcılığından kaçınılması gerektiğidir. Yani bu “gerçek”ler, “demokrasi”nin özünde var olan unsurlardır.
Biz de fabrikayı işler kılmak için, “el arabalarımıza” sahip çıkacağız. Zizek’in kimlik, bilim ve politika açısından irdelediği “perspektif kaymaları” konusuna daha dikkatle eğileceğiz.