Geçtiğimiz hafta Özbekistan’ın Semerkant şehrinde Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİO) bir toplantı gerçekleştirdi. Toplantı sonrası AKP genel başkanı ve aynı zamanda Cumhurbaşkanı olan Sayın Erdoğan yeni hedefin Şanghay Örgütüne üye olmak olduğunu açıklayınca dünyanın pek çok yerinden bilhassa Batı dünyasından tepkiler geldi. Elbette gayet tabi bu tepkilerin gelmesi! En basitinden tek cümleyle not düşmek gerekirse, bir kere bu örgütün en temel kuruluş misyonu ABD karşısında alternatif ve rakip olmaktır. O halde Türkiye ne yapmak istiyor olabilir? Bu, Türkiye’nin neredeyse 60 yıldır girmeye çalıştığı Avrupa Birliği’ne halen alınmaması, hatta alınacak gibi de gözükmemsi nedeniyle bir eksen kayması işareti olarak yorumlanabileceği gibi örgütün etkinlik alanında bulunan Orta Asya Türk Devletleri ile işbirliğini artırıp bu devletlerde Rusya ve Çin’in etkinliğini kırmaya çalışmak olarak da yorumlanabilmektedir. Ne olursa olsun Sayın Erdoğan’ın bu çıkışının Batı ile bilhassa ABD ile ilişkileri daha da gereceği açık. Elbette ABD’nin tepkisini çok önemsemiyorum. Görünüşte NATO şemsiyesi altında müttefik görünümü veren ABD’nin Türkiye’ye dost olmadığını hatta apaçık düşman olduğu çok da saklanacak bir durum değildir. Bunu ABD’nin 1960, 1980 darbelerinin ve 15 Temmuz hain darbe girişiminin arkasında olması, ABD’nin PKK/YPG ile olan ilişkileri; Türkiye’nin apaçık düşmanı terör örgütlerine silah ve para yardımlarında gördüğümüz gibi son dönemde ABD askerlerinin Yunan topraklarına yığılması, ABD’nin Güney Kıbrıs Rum Kesimi’ne ambargoyu kaldırıp limanları savaş gemilerinin kullanımına uygun düzenlemeye başlaması gibi pek çok örnekte görebiliyoruz.
Soğuk savaş yılarında dünyanın 1. ve 2. Dünya Savaşlarındaki gibi savaşılarak değil de iki süper gücün politik stratejileri ile kan dökmeden paylaşılması/sömürülmesi süreci yaşanmıştı. İki süper güç olan o dönem ABD ve SSCB her an füzeler fırlatılıp tüm dünya kan gölüne dönecek kükremeleri ile zayıf ülkeleri paylaşmış, her güç kendi payına düşen devletleri alabildiğine sömürmüştü. SSCB Orta Asya ve Doğu Avrupa’yı açıkça zenginliklerine el koyarak sömürürken ABD kapitalizmin tüm hileleri kullanarak borçlandırarak kendi güç şemsiyesine sığınan ülkeleri sömürmüştü. Hatta SSCB’nin çöküşü sonrası bazı komplo teorisyenleri soğuk savaş yıllarının dünyayı sömürmek için ABD ve SSCB’nin danışıklı dövüşlerinin yürütüldüğü bir oyundan ibaret olduğunu iddia etmişlerdi. Bu ayrı bir tartışma konusu olmakla birlikte SSCB’nin dağılması ile dünyanın ABD güdümünde tek güç merkezli bir yapıya dönüştüğünü gözlemledik. Bir süre sessizliğe gömülen ve akabinde gücünü tekrar toparlayan Rusya’nın Putin liderliğinde süper güç ligine döndüğünü gördük.
Rusya Devlet Başkanı Putin Şanghay İşbirliği Örgütü’nün Ağustos 2007 Bişkek Zirvesi’nde “Tek kutuplu dünya kabul edilemez” açıklaması ile hem güçlü bir Rusya’nın geri dönüşünü hem de örgütün temel amacını tüm dünyaya deklare etmişti. Örgütün kuruluş amaçlarına baktığımızda, ilk etapta üye ülkelerin sınır bölgelerinde askeri güveni sağlamak gibi görünse esasında amaç ABD özelinde ama özünde genel anlamda batıya karşı alternatif ve etkili blok oluşturmaktır. Dünyaya açıklanan ikincil bir diğer amaç ise Avrasya’da en büyük güvenlik tehditleri olarak deklare ettikleri terör, ayrılıkçılık ve aşırıcılıkla mücadele adı altında bu coğrafyada yaşayan halk ve uygarlıkları kontrol edebilmektir.
Türkiye’nin hali hazırdaki durumu esasında çok vahimdir. Kore’de gerçekleşen Kapitalizm ve Komünizm arasındaki kanlı savaşta safımızı seçerek Türk askerlerini Çin ordusu ile savaşmaya göndermiş, onların kanları ve şehitliklerinin karşılığında ise NATO’ya girmiştik. NATO’da Türk askeri her zaman kullanılabileceğinden Batının bizi burada kabulü zor olmadı. Ancak mevzu ekonomi olunca Türkiye’yi AB’ye almak istemediler. Yıllardır bunun mücadelesini veren ülkemiz ve milletimiz beyhude bir çaba verildiğinin elbet farkında. Batı ülkemize karşı içten içe hep düşman olmuş, Türkiye düşmanlarını her fırsatta desteklemiştir. F 35 krizi gibi yaşanan bazı olumsuzluklar nedeniyle Türkiye ister istemez yeni arayışlara
vaş yılarında dünyanın 1. ve 2. Dünya Savaşlarındaki gibi savaşılarak değil de iki süper gücün politik stratejileri ile kan dökmeden paylaşılması/sömürülmesi süreci yaşanmıştı. İki süper güç olan o dönem ABD ve SSCB her an füzeler fırlatılıp tüm dünya kan gölüne dönecek kükremeleri ile zayıf ülkeleri paylaşmış, her güç kendi payına düşen devletleri alabildiğine sömürmüştü. SSCB Orta Asya ve Doğu Avrupa’yı açıkça zenginliklerine el koyarak sömürürken ABD kapitalizmin tüm hileleri kullanarak borçlandırarak kendi güç şemsiyesine sığınan ülkeleri sömürmüştü. Hatta SSCB’nin çöküşü sonrası bazı komplo teorisyenleri soğuk savaş yıllarının dünyayı sömürmek için ABD ve SSCB’nin danışıklı dövüşlerinin yürütüldüğü bir oyundan ibaret olduğunu iddia etmişlerdi. Bu ayrı bir tartışma konusu olmakla birlikte SSCB’nin dağılması ile dünyanın ABD güdümünde tek güç merkezli bir yapıya dönüştüğünü gözlemledik. Bir süre sessizliğe gömülen ve akabinde gücünü tekrar toparlayan Rusya’nın Putin liderliğinde süper güç ligine döndüğünü gördük.
Rusya Devlet Başkanı Putin Şanghay İşbirliği Örgütü’nün Ağustos 2007 Bişkek Zirvesi’nde “Tek kutuplu dünya kabul edilemez” açıklaması ile hem güçlü bir Rusya’nın geri dönüşünü hem de örgütün temel amacını tüm dünyaya deklare etmişti. Örgütün kuruluş amaçlarına baktığımızda, ilk etapta üye ülkelerin sınır bölgelerinde askeri güveni sağlamak gibi görünse esasında amaç ABD özelinde ama özünde genel anlamda batıya karşı alternatif ve etkili blok oluşturmaktır. Dünyaya açıklanan ikincil bir diğer amaç ise Avrasya’da en büyük güvenlik tehditleri olarak deklare ettikleri terör, ayrılıkçılık ve aşırıcılıkla mücadele adı altında bu coğrafyada yaşayan halk ve uygarlıkları kontrol edebilmektir.
Türkiye’nin hali hazırdaki durumu esasında çok vahimdir. Kore’de gerçekleşen Kapitalizm ve Komünizm arasındaki kanlı savaşta safımızı seçerek Türk askerlerini Çin ordusu ile savaşmaya göndermiş, onların kanları ve şehitliklerinin karşılığında ise NATO’ya girmiştik. NATO’da Türk askeri her zaman kullanılabileceğinden Batının bizi burada kabulü zor olmadı. Ancak mevzu ekonomi olunca Türkiye’yi AB’ye almak istemediler. Yıllardır bunun mücadelesini veren ülkemiz ve milletimiz beyhude bir çaba verildiğinin elbet farkında. Batı ülkemize karşı içten içe hep düşman olmuş, Türkiye düşmanlarını her fırsatta desteklemiştir. F 35 krizi gibi yaşanan bazı olumsuzluklar nedeniyle Türkiye ister istemez yeni arayışlara girmiş, bu çerçevede Rusya ile ilişkileri geliştirmiş, bu durum nükleer santral ve S-400 füze sistemleri anlaşmaları gibi somut neticelere varmıştır.
Şanghay Örgütü toplantıları sonrası Sayın Erdoğan’ın bu örgütü hedef göstermesi çok derin okunması gereken politik bir strateji yenilenmesi, hatta dünyadaki tarihi konum ve hedeflerimizde bir eksen kayması olarak değerlendirilebilecektir. Osmanlının son döneminde bilhassa Tanzimat ve Islahat Hareketleri sonrası yönlenilen Batı devleti olma, Avrupalı olma özlemi Cumhuriyet dönemi ile birlikte temel bir devlet politikası olarak misyonlaşmıştı. Bu hareket karşısında sesi cılız da olsa bir Avrasyacılık kliği her zaman olmuştu. Batılı olmanın Batının medeniyet birikiminden istifade etmekten öteye geçemeyeceği, özünde ve esasında Türk Milletinin her zaman bir Asyalı olduğu, bunun değişmesinin mümkün olmadığı yönündeki düşüncenin haklılığı Batı ile olan ilişkilerimizin tarihi gelişim süreci incelendiğinde doğrulanabilmektedir. Batı devletleri Türk Milletine ve Türkiye’ye esasında Asyalı olduklarını hiçbir zaman unutturmamak için Türkleri her zaman ötekileştirerek kendilerinden ayrıksı tutan bir tutum içerisinde olmayı hiçbir zaman bırakmadı.
Bunca anlatıdan sonra çözümü Şanghay Örgütüne girerek Asyalılık kimliğimizi tekrar ön plana çıkararak mı bulacağız? Bu da şimdilik imkânsız gibi görünüyor. Şanghay örgütünün liderleri Rusya ve Çin olup derin Asya stratejilerini bu örgüt eliyle yürütüyorlar, ki bilhassa Orta Asya Devletlerinde Türkiye’ye teneffüs sahası verebilecekleri pek de olası değildir.. İran ise bu örgüte 2017 yılında girmiş olup Avrasya’da Türkiye’nin büyük çıkar rakiplerinden birisidir. Türkiye etkin ve güçlü bir devlet olarak yer alamayacağı Şanghay Örgütündeki maceramızın sonunu kestirmek güç olduğundan temennimiz anlık bir hevesle karanlık ve dipsiz bir kuyuya hazırlıksız ve stratejisiz balıklama dalınarak devletin ve milletin kaos bir geleceğe mahkum edilmemsidir. Bunca karmaşa ve eksen kayması bunalımı arasında asıl gayemiz, kızıl elmamız esasında çok net olup, o örgüt şu örgüt yerine bu yönde daha çok mücadele gerekmektedir; Ne Batı Ne Doğu Tam Bağımsız ve Güçlü Türkiye! Sığınacağı bir örgüt arayan değil, kendi stratejik örgütünü kuran bir Türkiye arzuluyoruz!